Bölüm 1
"Lord Sorath, evrendeki tüm yıldızların bizi etkilediğini belirtmiştir, sadece bizimkinin değil."
Esenlikler,
Önceki yazı daha çok sizi bu yazıya hazırlamak ve az da olsa literatürü öğretmek için yazılmıştı.
Artık ruhaniyetle alakalı konulardan bahsedebilirim.
Bu yazıya Lord Sorath'ın sözüyle başladım, peki bu söz tam olarak ne anlama geliyordu?
Nasıl evrendeki tüm yıldızlar bizi etkileyebilir ki? Evren sonsuz değil miydi?
Daha önce bahsettiğim gibi, tüm galaksiler birbirleri ile elektromanyetik olarak bağlantı halinde, yıldızlar ise kendi galaksileri ve gezegenleri ile, dolayısıyla evrendeki tüm yıldızlarda birbirleriyle bağlantılı.
Ve bu da bizi gerçekten de tüm yıldızların bizi etkileyebileceği gerçeğine getiriyor.
Çok büyük ihtimalle de Lord Sorath'ın bahsettiği durumun açıklaması bu.
Eğer Tanrılarla bağlantınız iyiyse bana bir iyilik yapın ve bu konuda haklı olup olmadığımı sorun.
Peki yıldızlar bizi tam olarak nasıl etkiliyor? Güneşin birkeland akımları ile gezegenlerle elektromanyetik bağlantı kurduğunu biliyoruz, fakat bu elektromanyetik bağlantı biz insanları nasıl etkiliyor?
Tüm bu sorulardan bağımsız şekilde, rastgele eski spiritüel satanizm sitelerinde gezerken eski bir Yüksek Rahibenin kitabına denk geldim. Orada bulduklarım ise tüm bu sorularımızı cevaplayabilecek nitelikte.
İşte o kitaptan önemli bir yazı:
"Centil Ruhunun Gerçek Yapısı: Dört Sütun
Şu anda fazla ayrıntıya giremiyorum, ancak bunu yazmanın amacı, Tanrıların bana ve eşime, Satanist Erkek ve Kız Kardeşlerime, Centil ruhunun bilgisini vermesidir.
“Ruhun Dört Sütunu Nedir?” - Ruhun Dört Sütunu tam olarak budur. Ruhun Yapısı bana Tanrılar tarafından gösterildi ve bizim Ruhumuz, William Quinstcher'ın tanımladığı gibi (Bütün eserleri Franz Bardon tarafından çalınmadan önce) dört kutuplu bir mıknatıstır (Tetra Polar Magnet).
Şeytan Baba tarafından yaratılan ruhumuz, "Üç Düğüm" ile iki bölüme ayrılmış dört sütun olarak yapılandırılmıştır. Bu dört sütun, elementlerin en saf hallerinde bölünmüş, yoğunlaştırılmış ve dengelidir. Bu “sütunların” her biri bir kutup içeren bir mıknatıstır; dolayısıyla adı Tetra-Polar Mıknatıstır. (Dört Kutuplu Mıknatıs) Ancak, aslında beşinci bir kutup vardır, dört sütunun birleştiği nokta.
Evet, dört kutbun birleştiği noktada beşinci kutup yaratılır ve aynı şekilde, dört elementin bu sütunlar içinde buluştuğu yerde beşinci element yaratılır: Ruh.
[ Çevirmen Notları:
Bu sembol, kendi sayfasında da belirtildiği üzere ruhun yapısını gösterir; yani ruhun dört sütununu, dört kutuplu mıknatısı. Gördüğünüz dört kolun her biri bir elementi temsil eder, ortada buluştukları nokta ise eter, diğer adıyla akaşadır.
Ayrıca daha sonra açıklyacağım üzere her element elektromanyetizmanın bir yönüne sahiptir. ]
Bu, akaşa'nın kendisinin dört elementin birleştirilmesiyle yaratıldığı anlamına gelmez. Hayır, tam tersine elementler Akaşa'dan yaratılır. Bununla birlikte, insan ruhu ve akabinde Tetra-Polar Mıknatıs açısından, işler biraz farklıdır ve eminim ki bizleri oluşturan “Ruh -Centil Ruhları-” saf Akaşa'dan farklıdır.
Şeytan Baba isterse daha fazla detay eklenecek. Ancak şimdilik bu, kendi araştırmanızı sürdürmeniz ve “Ruh” ile ilgili uzun yıllar boyunca yayılan tüm saçmalıkları anlamlandırmaya başlamanız için yeterince ışık tutmalıdır."
İşte bu olup biteni anlamanızı kolaylaştıracaktır.
Yukarıda anlatıldığı gibi ruh tam anlamıyla bir mıknatıstır. Bu güneşten gelen elektromanyetik bağlantıların bizi neden etkilediğini biraz da olsa anlamızı sağlıyor.
Şimdi de jos'tan gelen başka bir yazı ile yukarıdaki alıntıyı destekleyeceğim:
"İnsan ruhu ve çakralar doğru bir şekilde hizalandığı zaman, şekli ters haç şeklindedir. Bu, “Thor’un Çekici”nin arkasındaki gizli anlamdır. İnsan ruhunun bu haç şekli “Dört Köşe”, “Dört Yön” ve ritüellerde de Du’at’ın 4 Veliaht Prensi ile temsil edilir.
Bedenin/ruhun ön tarafı Kuzey’dir, Toprak elementi tarafından yönetilir.
Vücudun arka tarafı Güney’dir, Ateş elementi tarafından yönetilir.
Vücudun sol tarafı Negatif Kutuptur. Sol elimizle enerji alırız/çekeriz. Sol taraf su elementi tarafından yönetilir ve Batı yönüdür.
Sağ taraf Pozitif Kutuptur, Doğu yönüdür ve hava elementi tarafından yönetilir. Sağ elimizle enerji yönlendiririz.
Özün Özü/Eter elementi merkezdir, ve auradadır.
Ateş ve Hava elektrikseldir.
Su ve Toprak manyetiktir."
Yani sonuç olarak sadece ruh değil vucütta bir mıknatıs.
Ki bu bağlantılar bu kadarıyla sınırlı değil. Aynı zamanda auramızda tam anlamıyla elektromanyetik dalgalardan ibaret:
"Her birimizin vücudunun etrafında bir elektromanyetik alan vardır. Bu bizim aura olarak bildiğimiz şeydir.
Düşüncelerimiz ve beynimizin aktivitesi bu aura içinde bir devre oluşturur. Düşünceler ve beyin aktivitesi elektriksel uyarılar olduğu için deşifre edilebilir ve okunabilirler. Dünya güçleri bunun çok iyi farkındadır ve gelişmiş bilgisayar teknolojisi ile bir kişinin düşüncelerinin özel bir cihaz tarafından alınabileceği ve çıkışının uydu sinyallerinin televizyonlarımızda bir resim haline getirilmesine benzer bir şekilde şifresini çözebilmektedir."
Belki de güneş sistemindeki gezegenlerin üzerimizdeki etkisini, yani astrolojiyi, yukarıda bahsettiklerim ile açıklayabiliriz.
Ancak astrolojinin bizi tam olarak nasıl etkileyebildiği hakkında birkaç düşünce daha var.
Buraya kadar olan kısımlar tamamen kendi çıkarımlarım fakat buradan sonrası uzun zamandır genel astroloji camiasında konuşulan şeyler olacak. (Jos forumlarında konuşulmuş mudur bilemiyorum)
1800'lü yıllarda ilk kez güneş lekelerinin sayısı ile dünyadaki bazı olayların birbiriyle bağlantılı olabileceği hakkında görüş ortaya atıldı.
Örneğin, güneş lekelerinin fazlalaşmasının güneş ışığını azalması ve bu nedenle de tarım ürünlerinin kalitesinin kötüleşmesi, bunun da ekonomik buhrana neden olması gibi.
(Şu videoda bahsediliyordu:https://www.youtube.com/watch?v=SHailZaE_5E)
Daha sonrasında ise güneş lekesi döngüsü ile gezegen konumlarının bağlantılı olduğu düşünülmeye başlandı.
Bir Mühendis olan John H. Nelson, gezegenlerin göreceli konumları ile güneş lekesi döngüsü arasında bir bağlantı olduğunu öne süren önceki araştırmalardan ilham alarak, Kuzey Atlantik boyunca belirli gezegen konumları ve kısa dalga radyo iletişimindeki bozulmalar* arasında bir ilişki aradı.
(*Radyo dalgalarının bozulmaya uğraması. Farklı bir anlamı yok, okuduğunuz anlama geliyor.
Bir dalga biçiminin ve aynı dalga biçiminin bazı bozulmuş versiyonlarının grafiği)
John H. Nelson'ın RCA Review' daki (1951) kısa dalga radyo yayılımını gezegen konumlarıyla ilişkilendiren makalesinde bu konu hakkındaki bulgularını yazdı.
Makale:
Bu makaleden önemli gördüğüm birkaç kısmı paylaşacağım
GÖZLEM YÖNTEMİ
New York'un Riverhead Long Island bölgesinde bulunan RCA İletişim Alıcı İstasyonundaki her teknisyen, görev turu sırasında, gece yarısından sabah 8'e, sabah 8'den öğlen 4'e ve öğlen 4'ten gece yarısına kadar Kuzey Atlantik üzerindeki kısa dalga sinyallerine ilişkin koşulların bir kaydını sağlayan bir günlük kaydı tutmaktadır. 1942, 1944, 1947, 1948 ve 1949 yılları için tüm bu 8 saatlik periyotlar, mevcut gezegen konfigürasyonları* ile ilişkilendirildi ve sonuçlar sistematik olarak kaydedildi.
(Konfigürasyon: Özetle gezegenlerin bulunabileceği konumlar.)
"GÖZLEMLERİN BAĞLANTISI
Kuzey Atlantik üzerindeki iyonosferik radyo dalgası bozulmaları ile 1942, 1944, 1947, 1948 ve 1949 konfigürasyonları arasında bulunan dikkat çekici bir bağlantı, aşağıdaki çıkarımları önermektedir:
1. Radyo dalgalarının en fazla bozulmaya uğradığı 12 aylık dönemler, Satürn ve Jüpiter arasındaki 0°, 90°, 180° ve 270° tipi konfigürasyonlardan önceki ve sonrakilerdir
2. Mars'ın, Satürn veya Jüpiter'in 0°, 90°, 180° ve 270° konfigürasyonuna yakın olduğu dönemler radyo dalgalarının en fazla bozulmaya uğradığı kısımdır.
3. Periyotların en fazla radyo dalgası bozulması içerdiği kısımlar Dünya, Venüs veya Merkür, Satürn, Jüpiter veya Mars'tan herhangi birinin 0°, 90°, 180° ve 270° tipinde bir konfigürasyona sahip olduğu haftalar olacaktır.
4. Mars, Dünya, Venüs veya Merkür'ün birleşik etkisinin, Satürn ve Jüpiter'in 0°, 90°, 180° ve 270° noktalarının yakınında büyük bir genel etki yoğunluğunun olduğu konumlarda en şiddetli bozulmalara sebep olur.
5. Satürn ve Jüpiter'in 120° ile ayrıldığı önceki ve sonraki dönemler en az bozulma bulunan dönemlerdir. Bu periyotlar sırasındaki başlıca bozulmalar, iç gezegenler Mars, Dünya, Venüs ve Merkür'ün kendi aralarında veya Satürn veya Jüpiter ile çoklu olarak yaptıkları 0°, 90°, 180° veya 270° tipi konfigürasyonlardan kaynaklanır.
6. Satürn, Jüpiter ve Mars'ın 120° ile ayrıldığı dönemler, tüm dönemler arasında en az bozulma olan dönemdir. Bu dönemlerdeki başlıca bozulmalar, Dünya, Venüs ve Merkür'ün kendi aralarında veya Satürn, Jüpiter veya Mars ile çoklu olarak yaptıkları konfigürasyonlardan kaynaklanır. Bu üç yavaş dış gezegen arasında 120°'lik bir düzenleme sırasında çoklu türün konfigürasyonları daha az sıklıkta görülür.
7. 60°, 120°'nin yarısı olduğu için gezegenler arasındaki 60° ilişkileri de "en az bozulma olan dönemler" üretme eğiliminde olacaktır.
120°'lik tam bir düzenleme nadirdir, ancak buna çok yakın bir yaklaşım 1934'te Jüpiter 1 Haziran'da Satürn'ün 120° gerisindeyken meydana geldi. Ağustos ayında Mars, birkaç gün içinde hem Jüpiter hem de Satürn ile 120° konumuna geldi ve Jüpiter ve Satürn bundan 117° ayrıydı. Manyetik aktivite kayıtları, 1934 yıllık ortalamasının 1930 ile 1949 arasında kaydedilen en düşük değer olduğunu gösteriyor."
Peki burada bahsedilen açılar size bir şey çağrıştırdı mı?
İlginç bir biçimde astrolojide 90 ve 180 gibi 90'ın katı açılar oldukça sert, sorun çıkartan açılarken 60'ın katı olan 120 gibi açılar yumuşaktır.
Makalede 90 ve 180 gibi sert açılarda radyo bozulmalarının en üst düzeyde olduğu söyleniyordu. Aynı şekilde 120 gibi derecelerde de en az bozulmayı görüyoruz.
Yani gezegenlerin sert açıları radyo dalgalarını bozuyor ve yumuşak açılarda radyo dalgaları en az bozulmaya uğruyor. Bu astroloji ile gözlemlerin uyuştuğunu gösterir
Bu olayın ilginç olan tarafı ise, Radyo dalgaları elektromanyetik dalgalardır ve elektromanyetik dalgalar mıknatısları etkileyebiliyor.
Bu da bir mıknatıs olan ruhumuzun gezegenler tarafından etkilenebileceğini gösteriyor.
Bu gezegelerin konumlarının bizi neden etkilediğini açıklayabilir.
Yine de Nelson'un makalesinin daha fazla araştırılması iyi olur, tek bir makaleyle bir şeyi kesin doğru kabul edemeyiz.
Aynısı güneş lekeleri ile alakalı konuda da geçerli. Tek başına istatistiklerin uyuşması bize kesin bir sonuç veremez, mekanizmanında iyi şekilde açıklanması gerekiyor.
Yani bu örnekte neden güneş lekelerinin sayısının dünyadaki bazı olayları tetiklediği iyice açıklanmalı, ancak böyle kesin bir sonuca varabiliriz. İstatistiklerin uyuşması yalnızca bazı şeylerden şüphelenmemizi sağlayabilir.
Şu an bu anlattıklarım oldukça yüzeysel fakat zamanı geldiğinde astroloji hakkında ciddi deney ve gözlemler yapan Satanist bilim insanlarımız olacak ve bu konuyu hakkıyla konuşabileceğiz.
Sonuçta sonsuza kadar forumlarda saklanmayacağız.
Şu anda biz ruhani olarak yahudilerden daha güçlüyüz ve bu ruhani üstünlük elinde sonunda fiziksel dünyaya da yansıyacak. Aynı Nazi Almanyasında olduğu gibi Satanist iktidarlar, aydınlar ve bilim insanları dünya çapında fazlalaşacak.
Eğer aklınızda herhangi bir bilim dalına yönelme gibi bir düşünce varsa bunu kesinlikle yapmalısınız. Yeterince çalıştığınız sürece Tanrılar sizi destekleyecektir.
Bölüm 2
"Kütle dediğimiz şey görünüşten başka bir şey değil gibi görünmektedir ve tüm eylemsizlik elektromanyetik kökenlidir."
-Henri Poincaré, Bilim ve Yöntem
Şu anda emin olduğum tek bir konu varsa o da elektromanyetizmanın KESİNLİKLE ruhaniyet ile bağlantılı olduğudur. Buna küçük bir işaret ise Uranüs Gezegeninin kendisidir:
"Uranüs
Uranüs, Neptün ve Plüton’la birlikte üç dış transandantal gezegenden biridir. Uranüs Merkür’ün üst oktavıdır ve dehayı yönetir. (...)
Rengi: Elektrik mavisi (...)
Sembolizmi: Teknoloji ve gelecek
Vücut kısımları: Manyetik ve fiziksel aura, paratiroid bezi, beyin ve sinir sistemleri.
Ruhun bölümü: Aura (...)
Meslekleri:
Astrologlar, elektrikçiler mühendisler, mucitler, metafizikçiler, kahinler, insani işçiler, pilotlar, bilim adamları, radyo teknisyenleri, yeni ve sıradışı şeylerle çalışan herkes.
Uranüs manyetik ve elektriktir, soğuk ve kısırdır.
Uranüs’ün yönettikleri:
Elektrik, metafizik, okültizm, devrim, isyan, yeni ve gelişmiş metotlar, ani değişimler, özgürlük, deha, bağımsızlık, orijinal olan şeyler, değişken şeyler, eksantrik şeyler, kaos, topluma uyum sağlamayanlar, anarşi, radikal fikirler, patlamalar, yıldırım, alaboralar (mecazi anlamda), beklenmeyenler, ilerleme, bilgisayarlar, bilim kurgu, gelecek, teknoloji, medya, dürtü ve felaketler.
Uranüs’ün hem astroloji ve astronomiyi hem de elektriği yönetmesi bize bir işarettir.
Elektromanyetizmanın ruhaniyetle bağlantılı olduğunu destekleyen birkaç bulgu daha var.
Öncelikle Joy of Satan kaynaklarını inceleyelim:
"Her birimizin vücudunun etrafında elektromanyetik bir alan vardır. Bu bizim aura olarak bildiğimiz şeydir.
Düşüncelerimiz ve beynimizin faaliyetleri bu aura içinde bir devre oluşturur. Düşünceler ve beyin aktivitesi elektriksel impulslar olduğu için deşifre edilebilir ve okunabilir. Dünya güçleri bunun çok iyi farkındadır ve gelişmiş bilgisayar teknolojisiyle, bir kişinin düşüncelerini deşifre edebilmekte, özel bir cihaz tarafından alınabilmekte ve uydu sinyallerinin televizyonlarımızda bir görüntüye dönüşmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır."
Bizim aura dediğimiz şey tam olarak bir elektromanyetik alan ve bizi negatif enerjilerden koruyan da bu elektromanyetik alan.
Bunun ilginç olan tarafı ise aynı şekilde dünyayı güneşten gelen yaşam için zararlı yüklü parçacıklardan koruyanda dünyanın manyetik alanı. Aynı auramızın bizi koruduğu gibi dünya da kendini manyetik alanı ile koruyor.
Nereye bakarsak bakalım ruhaniyette sürekli elektromanyetizmayla karşılaşıyoruz: Ruhun dört ana sütunu, biyoelektrik, aura vs. Çok ilginç değil mi?
Şimdi ise bambaşka bir konuya atlayacağım:
Elektrik Evren Teorisi sadece fizikle ilgilenmez, arkeoloji, mitoloji gibi birçok başka alanda daha araştırmaları vardır ve tüm bilimlerin arasında bağlantı kurmaya çalışırlar.
Elektrik evren'i araştıran bilim insanlarının keşfettiği oldukça garip bir olay ise, yüzyıllar hatta binyıllar önce çizilen taş çizimlerinin 21. yüzyılda, plazma laboratuvarlarında, neredeyse tam olarak aynılarının plazma ile oluşturulabiliyor oluşları.
Aynı aşağıdaki görselde görebileceğiniz gibi:
Görselde ilk iki satırda bulunan resimler yüzlerce, binlerce yıl önce çizilmiş taş çizimleri, alttaki iki resim ise 21. yüzyılda yapılan plazma deneylerinden alınma.
Oldukça benziyorlar değil mi?
Asıl ilginç olan kısmı bu şekillerin ruhani bir anlama sahip olması:
Yukarıda gördüğünüz iki görselin ismi de Hayat Ağacı
Evet evet bildiğiniz bizim Hayat Ağacı başka bir şey değil.
"Ama bu ağaca hiç benzemiyor ki!" diyecek olursanız eğer; bu bir sembol arkadaşlar, bir sürü farklı formda bulunabilir. Sonuçta hepsinin anlamı aynı olacak. Ama ağaçla olan bağlantısını göstereceğim
Öncelikle şu görsele bakın:
Görsel açıklamasında anlatıldığı gibi, ağaç temelde kökleri ve dalları ile üç parçaya ayrılıyor ve her parçanın temsil ettiği bir şeyler var.
Nasıl üçe ayrıldığı aşağıdaki görselde gösteriyorum.
Bu şekliyle ilk gördüğümüz taş resimlerine oldukça benziyor değil mi?
Bu ise görüğümüz ağaç çizimi ile taş çizimleri arasında kalmış bir resim.
Ağaç resminde gördüğümüz gibi; Üst tarafı yıldızlar, ay gibi göksel varlıkları temsil ediyor;
Orta tarafta insanlar gözüküyor, alt tarafta bir hayvan ve birkaç farklı çizim gözüküyor.
Yani demek istediğim mesaj sabit kalmış, sadece şekil basitleşmiş.
Aşağıdaki resimlerde ise bu şekil en basit formuna indirgenmiş ve muhtemelen de nesiller geçtikçe resmin gerçek şekli unutulmuş.
Fark ettiyseniz en alttaki plazma ile oluşturulmuş şekil, gerçek şekile taş çizimlerinden çok daha yakın.
İnsanlık unutabilir ama plazma unutmaz.
Anlamsız afirmasyonumu da kastığıma göre devam edebiliriz.
Bu gösterdiklerim kadar etkileyici olmasa da aynı mantıkta olan bir sembol daha var:
"Sağdaki Şeytani sembole dikkat edin, 8 sayısı sonsuzluk/ölümsüzlük sembolüdür. 8 yan çevrilir. Çift haç güneşteki [666] ve kalp/omuz çakralarındaki insan ruhunu sembolize eder. Soldaki 8 köşeli yıldız Astaroth Yıldızı'dır."
Solda gördüğünüz sembol aynı zamanda sülfürün simyadaki sembolüdür, türkçesiyle kükürtün.
"Şeytan ve Hell Ateşi
Hermetik simyadaki Kükürt (sülfür) sembolü, Şeytan'ın popüler görüntüsüdür. Şeytan yaygın olarak boynuzlu, bazen keçi benzeri özelliklerle sahip ve kırmızı renkte tasvir edilir ve bir üç dişli mızrak taşır...
Yani yanlış anlamadıysam bu sembol doğrudan Şeytan'ı temsil ediyor.
Ayrıca fark ettiyseniz ilk gösterdiğim taş resmi 7 tane çıkıntısı olduğu için çakraları temsil etmeye çok daha uygun ve çıkıntıları gerçekten boynuza benziyor. Ve o şekil aynı zamanda plazma ile laboratuvar ortamında oluşturulabiliyor. Kükürt sembolünün sonradan bozulmuş olduğunu düşünüyorum bu yüzden.
Şimdi asıl anlatmak istediğim konuya gelirsek, belki de bu kutsal sembollerin kökeni bizzat plazma oluşumlarıdır?
Daha önce şimşeğin yaşam gücü olduğunu görmüştük, yani elektrikte aynı şekilde. Belki de elektrik veya plazma çok daha kutsal, ruhani bir şeydir ve tüm semboller plazmadan geliyordur?
Bilemiyorum açıkçası, zamanla doğruluğunu öğreniriz muhtemelen.
Yazı çok uzadığı için hızlı hızlı fark ettiğim birkaç şeyden daha bahsedip yazıyı bitireceğim.
"
Bu sembol yukarıdan taç çakramıza giren enerjiyi sembolize eder. Şeytani yıldırım, Şeytan'ı gerçek yaratıcı tanrımız olarak sembolize eder. Yıldırım yaşam gücüdür, biyoelektriktir. Satanizm'deki tüm aşağı yönlü sembolleri, yukarıdan inen ve insan ruhuna hayat veren ve onu güçlendiren enerjiyi temsil eder."
Plazma filamentleri, tıpkı kundalini yılanı gibi görünüyor. Ve ayrıca:
"Önemli bir sayı olan BİR'i ve gerçekte ne anlama geldiğini anlatmaya karar verdim.
Bir sayısı temelde bölünmemiş, (bütün) sonsuz, kalıcı, 'olan her şey' sayısıdır. Bu sayı biçimsizdir, Eterdir, tüm varlığa yayılan boşluktur. O aynı anda tüm olasılıktır. Başka bir deyişle, her şey "Bir" ile başlar. Bu, yaratılışın her yerinde bulunan tanrı-gücüdür. Esasen, bu 'tanrı' bile değil, doğanın her şeyi kaplayan gücüdür.
...
Yaratılış "BİR" ile başlamaz. İKİ ile başlar. Böylelikle Şeytan'a "İki" verildi ve ona "Bölünen Kötü" denildi, ama aynı zamanda, evrenin ve algılanan gerçekliğin nihai Yaratıcısı olarak adlandırıldı. Bu aynı zamanda Yılan'ın sembolizmidir. Aynı anda böler ve bir araya getirir. Şeytani Yılan bir bütündür ve aynı zamanda bölünmedir.
Bir şey bu "bütünden" ayrı bir bilinç olarak "bölündüğünde", bu yaratılışın başladığı andır."
Filamentlerde tıpkı kundalini yılanı gibi ayrılır ve birleşir, böylece filamentler oluşur.
Filament yapıları tüm evren boyunca enerji taşır.
Plazma yapıları bizzat elektromanyetik güçler sayesinde kendi kendisini değiştirebilen canlılığa benzer yapılardır ve yukarıda anlattıklarımla beraber bana ruhaniyet ile oldukça bağlantılı gibi geliyor.
Ayrıca elektromanyetizma sandınız gibi mıknatıstan, elektrikten ibaret değil, TÜM VAROLUŞ elektromanyetik kuvvetler sayesinde var. Atomların birbirinin içine girmemesini sağlayan şey elektronların birbirini itmesidir, ki bu da elektromanyetizma kuvveti sayesinde oluyor. Eğer bu kuvvet olmasaydı hiçbir atom birbiri üstünde duramayacağı ve iç içe geçeceği için hiçbir varlık oluşamazdı.
Bir deneyde elektrik kullanılarak canlılığın temel bileşenleri ortaya çıkartılmıştır. Ben deneyi anlatmayacağım kendiniz inceleyebilirsiniz.
Bana bir de şey ilginç geliyor, astral alem. Astral yıldız kelimesinden geliyor ya. Bunu bağlayacak bir yer bulamadım ama olsun.
Belki Tanrılar bu yazdıklarım üzerine Yüksek Rahibi bilgilendirir veya aranızdan bir başkasını, çünkü Eski Yüksek Rahip Vovim'in söylediğine göre:
"Şeytan Baba isterse daha fazla detay eklenecek."
Biliyorum tüm bu anlattıklarım oldukça yüzeysel, fakat elektriğin yasaları da bir günde yazılmadı.
Binlerce yıl boyunca elektromanyetizma hakkında bilinen tek şey bazı taşların yünleri çekebildiğiydi.
Daha sonra ise bazı bilim insanları elektiriğin kurbağa bacaklarını hareketlendirdiğini fark etti, daha sonra bazıları da mıknatısların elektrik akımına neden olabileceğini buldu, ve maxwell kendisinden önce bulunan tüm verileri birleştirip elektromanyetizma teoriyi kurdu.
Yani henüz tüm bu ruhaniyet ve okült şeylerini anlamanın çok başındayız, fakat gördüğüm kadarıyla ruhaniyet hakkında bildiğimiz her şey bir şekilde elektromanyetizmaya bağlanıyor.
Ve bir önemli durum daha var, kimse elektromanyetizma teorisini tek başına ortaya çıkartamazdı.
Hepinizin desteği ve araştırmaları ile okült konusundaki cahilliğimizi yenebiliriz.
Eğer bu anlatıklarımın üzerine yeni bir şey keşfederseniz bana haber vermeyi unutmayın.
Bu yazıyı bu konular hakkında yeni bir şeyler fark edersem güncelleyebilirim.
Öyleyse görüşürüz, okuduğunuz için teşekkürler
Comments